2 Mayıs 2010 Pazar

21.01.2010/ Üçüncü Türden Yakınlaşmalar






Oli'yle Hama yakinlarindaki Apamea'da (Afamia diye okunuyor) bulusup tarihi kalintilarin arasinda kamp yapmaya karar verdik. Haritada buraya daha yakin göründügü icin sinirdan Idlib'e gectim. Hama'ya o gün otobüs olmadigini ögrenince Halep otobüsüne atladim. Halep'te yol kenarinda otobüsten ininceye kadar iyi gitti. Neden? Cünkü taksi soförüm durumu arkadaslara izah etmis. Hatta otobüs muavini de Halep'teki taksi soförüne izah etti. Ama aptal numarasi yapmak Suriye'deki taksi soförlerinin en üstün yetenegi. Sahsiyet beni 2 km. ötedeki otobüs gari yerine Hama'ya götürmeye kalkti. Adami beni gara götürmeye ikna etmekle gecen o onbes dakika ayvayi yedigimi en yogun hissettigim zaman dilimiydi. Ve ne oldu? Uyanik, bana telefon kontörü aldirdi ki Ingilizce bilen bir arkadasini arayip konusabilelim. Ingilizce bilen arkadasin kominikasyona ne kadar yardimci oldugu tartisilir.
... Arkadasiniza söyler misiniz, Hama'ya giden otobüslerin kalktigi gara gitmek istiyorum.
... Hayir Hama'ya taksiyle gitmek istemiyorum.
... Ne kadar indirim yaptigi beni ilgilendirmiyor.
... Hangi gara gidecegimi ben nereden bileyim, Onu, senin arkadasin bilecek.
... Hayir, taksiyle gitmiyorum.
... Otobüs gari. Pullman. Pullman.
... Ohh beee!
Halep'te taksiye bindigim yerden gara 300 suri, gardan Hama'ya 95 suri ödedim. Taksicinin Hama'ya götürmek icin istedigi para 2000 suriydi.

Hama'ya geldim. Garda Oli'den mesaj bekliyorum. Acim ama abur cubur yiyorum. Sigara'nin ne kadar ucuz oldugunu kesfediyorum (50 suri). Cantamin agirligi sinirimi bozuyor. Garin ortasindaki yapay su degirmeninin cikardigi gicirti sinirimi bozuyor. Suriye'ye geleli daha yarim gün oldu ama ben savunma mekanizmamin kapasite üstü calismasindan dolayi simdiden yoruldum.

Hooop! Yeni bir mesajla Super Mario misali zipliyorum. Oli, haritada göremediğim bir yerde ve kalacak bir ev bulmuş. Yeni mission'i tamamlamak üzere gardaki bir otobüs sirketine giriyorum. Bes kisi "maarat al numan" yazisina sanki Finceymis gibi bakti, bakti, bakti. Sonra biri "Aaaah ma-harrat al numan!" dedi sonundda. Bir bes dakika da nasil gidecegim üzerine tartistilar. Ve taksiye binip mikrobüs duragina gitmem gerektigine karar verdiler. Iyi insanlardi.

Tombik, okka burunlu, insanda ilkokul arkadasini görmüs etkisi yaratan bir taksicinin arabasina atladim. Taksimetre yine acilmadi tabi. Bir de hicbir aracin emniyet kemeri calismiyor. Neyse bu seker yavrucak yolda bana "No bus" dedi. Ben de sabahki taksicinin siniriyle "Yes bus" dedim. Duraga gittigimizde arac yoktu. Biz de sabah geldigim yolu gerisin geri tepmek üzere 1500 surilik bir taksi yolculuguna ciktik. Insanlarin dil bilmeden birbirlerini anlayabilmeleri fenomenal bir durum bence. 29 yasinda oldugunu, para olmadigi icin universiteye gidemedigini, nisanli oldugunu ama yine parasi olmadigi icin evlenemedigini konustuk mesela. Ben de ona durumu garantiye alayim diye evli oldugumu, kocamin beni Kafr Noubl'da bekledigini, belgesel film cektigimizi anlattim. Bu arada hava karardi, benim midem agzima yapisti acliktan ve kaybolduk.

Bu arada ikinci gökkuşağını gördüm.

Sonunda verilen adrese ulasip Oli'yi tekrar görmek, o muhtesem Suriye yemegiyle beynime kan pompalayabilmek, süper soba süper tarcinli cay cok iyi geldi. İkram edilen çay her zaman şekerli geliyor bu arada. Oli yolda, Ingilizce konusan bir kasaba sakini (oldukca sasirtici) tarafindan davet edilince ben de eklenti olmus oldum. Yemek yediğimiz ev bizi davet eden Musab'ın arkadaşının evi. Etrafta kadın yok. Ben yemeği bitirince her seferinde ayrı bir çocuk içeri girip teker teker sofrayı topluyor.

Suriye kocaman bir Eminönü gibi hissettiriyor. Bu his de, küçük bir kasabada Musab gibi akıcı İngilizce konuşan, açık fikirli, hatta neredeyse sofistike biriyle karşılaşma olasılığını daha sihirli kılıyor. Ülkeyi oralı birinin gözünden görmek meltem gibi rahatlatıcı bir his. Çünkü en sinir olduğum turist zihniyeti olan oryantalizm bir noktada beni bile istila etti. Görece Batı'dan gelip de misafiri olduğun bir ülkede kendin ve onlar diye bir ayırım yapmak çok rahatsız edici bir duygu. Birçok Batılı gezgin ve turist için hüzünleniyorum açıkçası; huzurlu gezemiyorlar ve bunun farkında değiller.

Yemekten sonra Musab'ın evine geçiyoruz. Ve kasabalarda gördüğümüz neredeyse bütün evlerin alt katındaki kepenkleri inik dükkanlar sırrını da çözmüş oluyoruz. Onlar dükkan değil, misafir odası va daha çok yaz günleri kullandıkları oturma odası. Niye dükkan süsü verildiği kısmının bizim için bir gizem olarak kalmasını tercih ettik. Yine çay yapılıyor. Erkekler misafire hizmet etmekten erinmiyorlar. Ve oda hızla bir düzine çocukla doluyor. Yan evlerde oturan akrabalar teker teker geliyor.

Sohbet bir noktada politikaya geldi. Bu aslında Suriye'deyken pek değinilmemesi gereken bir konu. Sansür halk üzerinde çok etkili. Musab'ın ağzı başka gözleri başka bir şey söylüyor. Her ne kadar gezmiş, görmüş, çağdaş kafalı bir adam olsa da geleneksel hayatın konforu daha cazip, daha az karışık.

Ha bir de neredeyse herkesin cep telefonunda Sibel "Ken"in '90 sonlarından kalma bir müzik videosu var. Türk olduğumu duyan hep aynı videoyu gösteriyor.

Ben erkeklerle bir süre sohbet ettikten sonra ortam iyice kalabalıklaşmadan nazikçe kadınların odasına gönderiliyorum. O kadar oturabilmem bile bana tuhaf gelmişti. Kadınlar Aşk-ı Memnu gibi Türk dizilerini seyrediyorlar ve Türk kadınını merak ediyorlarmış. Bir sergi objesi olarak yukarıdaki odaya yollanıyorum. Odada 10 çift göz her hareketimi izliyor sırıtarak. Onlar benim fotoğrafımı çekebilirler ama benim kadınların fotoğrafını çekmem yasak. Musab bir süre bizimle oturarak kadınların soruları için çeviri yapıyor. Çok da ilginç sorular sormadılar aslında. Merak edip ne soracaklarını bilemeyen öğrenciler gibiler.

Çocuk nüfusuna eklemeler oluyor sürekli ve ben Arapların niye bağıra çağıra konuştuklarını anlıyorum birden. O kadar çocuğun çığlıkları arasında bir yandan televizyonun sesi kökleniyor, bir yandan muhabbetin sesi yükseliyor. Kendi düşüncelerini bile duyamaz oluyorsun. Düşünsene, her akşam. Kadınların dört tanesi de hamile bu arada.

Benim elimdeki kitaptan çat pat Arapça iletişim kurmaya çalıştığımı görünce biraz rahatlayıp okulda öğrendikleri İngilizce'yi kullanmaya başladılar. Bizim ortaokul çocuklarından daha iyi öğrendikleri kesin. Sonunda muhabbet edebilir duruma geldik. Evli miyim, niye evli değilim? Yaşlılardan biri 17 çocuğunu olduğunu söyleyerek bana hava atıyor. Ve beni Ukrayna'daki oğluyla evlenmeye ikna etmeye çalışıyor. Geceleri çay içmek, kağıt oynamak ve sohbet etmekle geçiyor. İkinci bir gece sıkıntıdan ölebilirim.

Uyku vakti gelince beni yandaki eve götürdüler ve gecenin onikisinde yemek sofrası kurdular. Benim gözler faltaşı gibi açılınca baba "Suriye kadınları böyle işte, gecenin körü yemek yerler sonra yarım dünya gibi olurlar" diye serzenişte bulundu. E bazıları sıcak sever.