23 Temmuz 2010 Cuma

24.01.2010/ Bisiklet Bu Bozulur... Ve Taciz No 2





Bugün Hama'dan Homs'a geçiyoruz. Bu akşam kamp kuracağız artık. Ben de Oli'yi kamp halindeyken filme alma saplantısını tam gaz koruyorum. Sırt çantam bugün daha ağır gibi geliyor ve bugünden itibaren hergün ağırlaşmaya devam ediyor. Şu "travel light" dedikleri olayı bir çözsem soğuk füzyonu bulmuş gibi olacağım.

Hama-Homs arası 45 dakikalık bir yolculuk bu arada. Neyse, otobüsten inip beni Crac ya da Palmyra'ya gotürmeye çalışan taksicileri aşıp kamp için 3 litre su ve pirinç almaya gidiyorum. Bir yandan da Oli'den koordinatlarla ilgili haber bekliyorum. Yüküm katlanmış bir biçimde otogara geri dönerken Oli panik içinde arayıp bisikletinin bozulduğunu söyledi. Durup dururken pedallar tekerleri döndürmemeye başlamış. Anlaşılan bu gece de kamp yok. Daha sonra Homs'a gelecek bir araç bulmuş. Yani bu gece Homs'dayız.

Homs Hama'dan daha büyük ve daha şehirleşmiş bir yer. Yer tarifinde dikkat etmeniz gerekn bir durum var: Şehir merkezinde iki tane saat kulesi var. Ama taksiden anladığım kadarıyla esas kule "oldclock" dedikleri tepesinde bir sokak lambası olan metal bir direk! Hani iki kule birbirine çok uzak değil ama çantanız size eşek muamelesi yapıyorsa bu küçük detay büyük bir önem kazanıyor.

Al Naser al Jided adında bir hostelde Oli'yle buluştuk. Buradaki adam, Munzar, Türk olduğumu duyunca hemen satış pozisyonu alıp binanın Osmanlı dönemine ait olduğunu ve o zamanlar da han olarak kullanıldığını söyledi. Biraz işletmeci ruhuyla çok hoş bir yere dönebilecek bir bina aslında ama adamlar saldım çayıra mevlam kayıra şeklinde takılıyorlar. Tavanlar çok yüksek, ısıtma yok (ne güzel, bugün de yağmurlu ve soğuk bir gün), tuvalet kelimenin tam anlamıyla br bok çukuru, çarşaflar kimbilir kaç kamyon şoförünün DNA'sını taşıyor. Ben kokudan en az 6 kişi diyebilirim. Uyku tulumunu çantama attığım ana o kadar minnettarım ki. Üstüne üstlük Hama'daki mis gibi hostelden daha pahalı.

Bisikleti tamir ettirebileceğimiz bir yer aramaya çıktık. Umutluyuz, çünkü burası Suriye'nin Amsterdam'ı gibi. Bisiklet kullanımı çok yaygın. Tarif üzerine Hıristiyan mahallesine girdik. Ortam, sokakların temizliği, evlerin güzelliği ve bakımlılığı, pastanelerin iştah açıcılığı kurtarılmış bölge duygusu uyandırıyor. Biraz Moda'yı andırıyor.

Sonunda bir tamirci bulduk. Amaaa adam bisikletin pahalı bir bisiklet olduğunu anlayınca tamir etmeyi reddetti. Daha doğrusu eline çekici alıp zinciri tutan demire vurunca Oli'nin yüreğinin ağzından fırlayıp karşı duvara yapıştığını görünce tamir etmekten vazgeçti. O parçayı çıkartmak için özel bir alet varmış ama ellerinde yokmuş. Moraller yerde, koskoca başkent Şam'da buluruz illaki diyerekten kös kös yemek yemeğe gittik.

Yemekten sonra ben internet cafe bulacağım diye tutturunca Oli'yle ayrıldık. Hava karanlık, saat çok geç değil ama sokaklarda araba trafiği bile neredeyse bitmiş durumda ve ben caddede ilerledikçe karanlık daha da tehditkar gelmeye başladı. Ben hostelden fazla uzaklaşmadan dönme kararı aldım. Yerinde bir karar olmuş. Öyle kendi halinde yürüyen bir adam beni görünce fantaziye girdi galiba. Hayır bir de benim önüme geçti, ben de bir rahatladım ama ben hostelin sokağına girince ayak seslerinin yol değiştirip arkamdan geldiğini duyunca hop arkamı döndüm. Pat adam dibimde. Neyse artık birşeyler söylemeye çalışıyor pişkin pişkin. Ama zaten kapının dibindeyim. Ben böyle sinirli bağırıp hostele girdim. Adamın ne yapmaya çalıştığından da hiçbir şey anlamadım. Zihniyet şöyle anladığım kadarıyla: Haa bu turist, dur bir şansımı deneyeyim. Bizim özellikle 40 yaş üstü gençliğinin Sultanahmet'ten turist kaldırma zihniyetine çok yakın. Bir toplumda insan türünün arzularını ne kadar bastırmaya ve kontrol etmeye çalışırsan o arzular o kadar ayyuka çıkıp o kadar kontrol edilemez oluyor. Cinsel devrim denen şeyi de anlamıyorum ya. Cinsel devrim diye bir şeye ihtiyacımızın olması bile patetik bir durum bence. Ne kadar evrimleştiğimizin anti-tezi, diye de daha ileri götürebilirim hatta utanmadan.

Salona girip iceridekilere olayi anlattigimda gayet umursamaz bir hava esti. Hostellerde herkes ayni seyin varyasyonlarini anlatiyormus meger. Iki Avustralya'li ve Oli kriket muhabbeti yapiyorlar. Ve kapidan, donuna kadar islanmis Yeni Zelanda kokenli bir bisikletci girdi. Oli'nin tam tersine kuzeye dogru yol aliyormus. Bisikletteki problemi anlatinca bilye yatagini cikartacak bir alet oldugunu heyecanlandik. Kendisinde olmadigini soyleyince de hafiften bir coktuk. Aman canim Sam buyuksehir, orada buluruz illaki.

Hosteldeki hijyen eksikliğini Munzar misafirperverlikle örtbas etmeye çalışıyor. Bize künefe ısmarlıyor, zorla kimyon çayı içiriyor bir yandan. Diğer yandan da ayakkabıları su içinde kalmış insanların ayakkabılarını yegane sobanın yanına koymasına izin vermiyor. Ha, diyorsun, biz yarın ıslak ayakkabı giyelim de hasta mı olalım. Gece koyarsınız, kokar şimdi, diye direniyor. Gece sobayı söndürmüyorsun değil mi sorusunun cevabı sessizlik. Al Naser al Jided'de kalırsanız göreceğiniz muamele budur, benden söylemesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder